Tarihin en dönüm noktalarından biri olan Malazgirt Savaşı sadece Türklerin değil Bizans’ın, Anadolu’da yaşayan pek çok halkın olduğu gibi uzak Avrupa’nın da kaderini şekillendirdi. İkinci bir Endülüs felaketi yaşamak istemeyen Katolik dünyası Asya bozkırlarından gelen bu vahşi kafirlere hemen müdahale etme gereği duydu. Üstelik sefalet içinde yaşayan tanrının çocuklarının hakkı olan refah ve gücün barbarların elinde olmasına bir türlü anlam veremiyorlardı. Sonunda meseleye el atmaya karar verdiler ve yüzyıllarca sürecek Haçlı Seferlerine başladılar. Kimi saf duygular, kimi dinsel fanatizm, kimi zenginlik kimi macera arzusuyla yüzbinler doğuya aktı.

 

                  İlk seferin getirdiği şoku zaman içinde atlatan Türkler ve diğer Müslümanlar birer birer kaybettiklerini geri aldı. Urfa’nın kurtarılması ile başlayan hareket Kudüs’ün yeniden fethi ile doruk noktasına ulaştı. Her Müslüman zaferinden sonra haçlılar tekrar tekrar saldırdı ve tekrar tekrar yenildi. Bir tuhaflık vardı; papaların mutlak zafer vaadine, dualara, ayinlere rağmen sonuç alınamıyordu. Demek ki bir yerlerde yanlış yapılmıştı. Seferler yeterince saf ve temiz duygularla düzenlenmemiş olmalıydı o halde “günahsızlar” devreye girmeliydi.

              1212 yılında iki farklı Avrupa ülkesinde hemen hemen aynı yaşlarda iki çocuk ortaya çıktı. Almanya’da Nikolaus, Fransa’da Stephen. Nikolaus çobanlık yapan bir çocuktu. Bir gün bir melek rüyasına girmiş kutsal toprakları kafirlerden temizlemesi gerektiğini bildirmişti. İlahi destek de yanında olacak Musa’nın Kızıldeniz’i yarıp içinden geçmesi gibi İtalya’ya ulaşıp sahile geldiğinde Akdeniz’de yol açacak Filistin’ e yürüyecekti. Şehir şehir kasaba kasaba vaazlar verip binlerce çocuğu çevresine topladı. Herkes büyülenmiş gibiydi. Çocuklar yürüyor aileler kadere razı oluyor geçilen yerlerdeki köylüler tüm yokluklara rağmen çocuklara yiyecek bazen de konaklama hizmeti veriyorlardı. Ancak hastalıklar, o sene yaşanan kuraklık çocukların bir kısmını henüz Almanya’dan bile çıkamadan bu dünyadan kopardı. Asıl büyük kayıp ise Alp dağları geçilirken yaşandı. Yola dökülen 20 bin çocuktan ancak 7 bini Cenova’ya ulaştı.

           Artık yapılması gereken denizi aşmaktı. Nikolaus duasını etti meleği bekledi ama yardım gelmedi, deniz açılmadı. Haftalar süren yolculuk, çekilen çile yolda kaybedilen arkadaşlar… hepsi boşuna idi.

           Çocukların bir kısmı Cenovalı ailelerinin yanına yerleşirken geri kalanlar şanslarını Pisa’da denemeye karar verdi. Sonunda papa devreye girdi macera sona erdi. Olayların sorumlusu olarak çocuğunu yanlış yetiştiren Nikolaus’un babası yargılandı ve idam edildi.

                Fransız Stephen da benzer bir hikaye ile yola çıktı. O daha iddialı idi doğrudan İsa ile görüşmüş krala bir mesaj götürmesi istenmişti. Kral bu hikayeye inanmadıysa da akımın önünde duramadı. Çocuklar Marsilya’ya ulaştılar ama Cenova’da olduğu gibi orada da deniz açılmadı. Hayal kırıklığı had safhadayken tanrının yardımı farklı bir şekilde tezahür etti. Şehirden iki tüccar çocukları gemilerle hem de hiç para almadan Akka’ya götürmeyi teklif etti. Çocuklar yedi gemiyle limandan ayrıldı ancak ne gemilerden ne çocuklardan bir daha haber alınamadı. Ta ki 1230’da yani 18 yıl sonra orta yaşlı bir papaz belirene kadar. Anlattığına göre seferdeki çocuklardan biriydi. Yola çıktıkları gemilerden ikisi fırtına da batmış, beş gemi ise içindeki çocuklarla beraber tüccarlar tarafından büyük ihtimalle yola çıkmadan anlaştıkları Müslüman korsanlara teslim edilmişti. Çocuklar başta Cezayir olmak üzere İskenderiye ve hatta Bağdat’ta köle olarak satılmıştı. Papaz da yıllar boyu köle olarak yaşadıktan sonra sahibi tarafından azat edilip eve dönmesine izin verilmişti. Şimdi kapı kapı dolaşıp çocukların ailelerine hikayeyi anlatıyordu.

             Çocukların haçlı seferi sadece bir başarısızlık değil aynı zamanda kutsal toprakları kurtarmak isteyen Avrupalıların kendi çocuklarına bile sahip çıkamadıklarının bir utanç nişanesine dönüştü. Binlerce masum çocuğun yitip gitmesine sebep olan bu olayı hafızalardan silmek mümkün olmasa da suçluluk duygularını hafifletecek bir masala evriliverdi. “Fareli köyün kavalcısı.”

               

 

Bir gün şehre gelen bir yabancı sihirli kavalı ile çocukları çalıp meçhule götürmüştü.

 

Bu kadar basitti ve kimsenin suçu yoktu.